Seçimi kim kazandı?

Siz hiç “itibar yönetimi” veya “kriz iletişimi” planı olan siyasi parti gördünüz mü?

İletişim yönetimi, siyasi partilerin geleceğini etkiliyor

 

Ülkemiz yoğun bir seçim dönemini atlattı. Eskiden sabaha karşı belli olan sonuçlar, üç saat içinde açıklandı. Kazananlar sevindi, kaybedenler üzüldü. Partilerin aldıkları oylar tartışmaya açıldı. Artık yeni milletvekillerimiz var, yeni bir Meclisimiz var. Bizim için, ülkemiz için çok çalışmaları gerekiyor.

Toplumumuzun kalkınması, ülkemizin ekonomik olarak güçlenmesi, insanımızın bireysel gelişme ve kalkınmasının sağlanması ve rekabet gücümüzün yükseltilmesini sağlayacak, yönetimlere ihtiyacımız bulunuyor.  

Seçim dönemini öncesi ve sonrası da dahil olmak üzere hep birlikte yaşadık. Liderleri dinledik, milletvekili adaylarını dinledik. Sadece dinlemedik, seyrettik, izledik, açıklamalarını okuduk, hedef ve projelerini öğrendik.

Seçimi kazanan “iletişim yönetimi” oldu

Siyasi partiler de tıpkı bütün kamu ve özel kuruluşlar, STK’lar gibi, iletişime ihtiyaç duyan kurumlardır. Ayrıca bir de liderlik iletişimi var ki, hem birlikte hem de ayrı ayrı süreklilik içinde yönetilmesi gerekir.

Bizim bireyimiz, iletişim faaliyetlerinin dalgasında yer almaya alıştı, bu nedenle de daha da çok ister halde ama yenilikleri ve yaratıcılığı yakalar durumda. Kendilerine doğrudan dokunan faaliyetleri daha iyi hatırlıyor, ruhuna iyi geliyor. Biliyorsunuz, Türkiye’nin eğitim ortalaması ilköğretim dördüncü sınıf civarında. Böyle de olunca, siyasi partiler öncelikle toplumun geneline kendilerini anlatmak zorunda. Devamında da hedef kitlelerini elbette ayrıştırarak farklı kanallarla ulaşıyorlar.

Duygular, seçimlerde de etkin karar verici mi?

Acaba kaç seçmenimiz, partileri çalışmalarına göre değerlendiriyor? Veya kaç parti liderinin ülkeyi daha iyi yönetebileceğine, projelerine göre karar verebiliyor? Bir kitle var ki, ki bizim toplum yapımızda pramitin en alt tabanı, yani yüzdesi en geniş kitle. Onların karar vermesi için bir öndere ihtiyaçları bulunuyor. Genellikle aile reisleri yönlendirici oluyor.

Kitleleri etkileyebilmekte “lider” olmak çok önemli. Öncelik, iyi bir lider fonksiyonlarına sahip olmak, kitleleri yönetebilmek, sürükleyebilmek, gücü gösterebilmek, inandırıcı olmak, ikna edebilmek… Peki bunlar bir partinin kazanması için yeterli mi? Elbette değil, çalışmak gibi bir ana faktör olmadan, ortaya çıkan eserleri görmeden hiç kimseyi ikna edebilmek maalesef yeterli değil.

Gerçek olmak, olanı göstermek…

Siyasi parti ve liderler paralel çizgide olmalı. Kültürü farklı bir siyasi partiye kültürü ve gelenekleri farklı kişileri lider olarak konumlandırmak geçmişle örtüşmeyebilir. Parti tabanı ile aynı paralelde geçmişi olmayan birinin liderliğini parti ağı ve halk çok sahiplenmeyebilir. Bu nedenledir ki, liderine inanmayan, gücünü benimsemeyen, fikirlerini kabul etmeyen ve lideri ile örtüşmeyen parti tabanı farklı sesler çıkartabilir. Aslında demokrasi farklı seslerin ve fikirlerin buluşması elbette. Ama bu fikirler kendi ekseni içinde farklılık gösterip çokseslilik yaratırsa, o zaman partinin bütün sesini etkiler.

Önemli olan, kendi içinde bütünlük ama genel içinde çokseslilik ile yapılara zenginlik katabilmekte. Siyasetin kendine göre bir kültürü ve dili elbette var, ama bu şaşırtıcı değil, bütün kurumların bir kültürü var, benzer kurumlarla rekabeti var. Biz iletişimcilerin işi ise bu farklılığa uygun stratejileri belirlemek.

Siyasi Partilere, iletişim stratejisi öneriyoruz…

Siyasi Partiler, seçmen ile iletişimi, sadece seçim dönemlerinde hatırlamamalı. En önemli etmen iletişimin sürekliliğinin olması.

Siyasi partiler için seçmen yani halk, en önemli hedef kitlesi. Eğer partilerin, mevcut faaliyetlerinin yanında, bir iletişim stratejisi olmazsa ve iletişimde sürekliliğe inanmazsa, partinin büyüyerek devamlılığı sağlanamaz. Her parti, faaliyetlerini iletişim stratejisi ile birleştirmezse başarısının düşeceğini bilmeli.

Biz iletişimciler, her zaman söylüyoruz, iletişim bir yönetim bilimi. Böyle olunca, partilerin yönetimlerinin de bunun dışında çalışabilmesi mümkün olabilir mi? Üstelik, hizmet üretimi varsa, rekabet varsa, ülkenin genelini ilgilendiriyorsa!

 İş hayatı iletişime inanıyor ve başarı sağlıyor

İş hayatı iletişime inanıyor, yöneticiler iletişime inanıyor ve mucizelerinden yararlanıyor. Dünya zaten iletişim dünyası. Dünya ortalamasına baktığımızda araştırmalar, üst düzey yöneticilerin zamanlarının %30’luk dilimini iletişime ayırdıklarını gösteriyor. Bunu boşuna yapmadıklarını görmeliyiz. Çok ciddi bir zaman dilimi, yani dünya başka bir yöne gidiyor. Hedef kitlelere ulaşmanın yolu, iletişimden geçiyor. Hedef kitleni tanıyacaksın, beklentisini okuyacaksın, hangi mesajı kime iletmen gerektiğini bileceksin, mesajı hangi dille, hangi şekilde, hangi kanallarla ulaştırman gerektiğini bileceksin ki hedef kitle ile buluşma sağlansın. Peki bunu yaptın oldu bitti mi? Bu iletişimi dönemsel olarak boğucu hale sokar, sonra da kaybolursak, zararına da katlanmak zorunda kalırız. İletişimde süreklilik olmazsa olmaz… Ama işin sırrı çalışmakta… Sadece söylem yetmez, çalışmak, çalışmanın görülmesi, algılanması hedef kitleri her zaman olumlu etkileyecektir.

“İtibar yönetim”, “kriz iletişimi” önemsenmeli

Siyasi Partiler, bugünden geleceğe hazırlanmalılar. Yani sonuçlar üzerinde değerlendirme yapmalı, bu sonuçlara göre yeni faaliyet planları hazırlanmalı, uygulama planları yapılmalı, iletişimin sorumluları belirlenmeli, ekip oluşturulmalı ve hemen ama hemen vakit kaybetmeden çalışılmaya başlanmalı. Yoksa gelecek seçimler de beklentiden farklı olabilir.

Her partinin, hem kendi iç iletişim, hem rakiplerle, yönetimlerle, dünya ile, iletişimi, diğer yandan krizlerini yönetebilmek için kriz iletişimi gibi iletişim dallarına ve bütünde de “itibar yönetimi” çalışmasına ihtiyacı bulunuyor.

Bir cevap yazın